Traktörlü adam Uzun yaz günlerinden birisiydi. Zor geçen bir günün ardından, muayenehanemdeki odamda oturup kitap okuyordum. Pencerenin dışından gelen yoğun bir motor gürültüsü ile irkildim. Perdeyi araladım, dışarıda büyük tekerlekleri olan, kocaman bir traktör duruyordu. Motor’u o kadar çok ses çıkarıyordu ki, karşı sıradaki esnaf, ne olduğunu anlamak için dükkanlarından çıkmak zorunda kalmışlardı. Traktör’den uzun, esmer, kasketli bir adam indi. Yaklaşık kırkbeş yaşlarındaydı. Daha sonra eşi olduğunu düşündüğüm bir kadının inmesine yardım etti. Adam traktör’den indikten sonra çevreye ve kendilerine bakan esnafa bir göz attı. Ardından muayenehanemin kapısına doğru yöneldiler. Muayenehanemde bana yardımcı olan Saime Hanım, odaya girerek, “Şekip Bey, Halılar köyünden bir hasta geldi, size muayene olacaklar, kartını çıkardım” dedi. İçeri almasını söyledim. Adamın güneşin etkisiyle daha da koyulaşmış esmer teni, iriyarı, uzun ince bir yüzü, sivri bir burnu vardı. Güleç bir yüz ifadesi ile elini uzattı. Eli çok çalışan bir insanın eliydi. Derisi kabalaşmış, nasır doluydu. İşaret parmağı ile orta parmak arası, içtiği fazla miktarda sıgaraya bağlı olarak, sararmıştı. Kendine güvenen insanların tavrı ile elimi kuvvetlice sıkarak eşini muayeneye getirdiğini söyledi. Gereken sorgulamadan sonra eşini muayene ettim. Hastanın gripal enfeksiyonu ve hafif bir bronşiti mevcuttu. Gereken reçeteyi verdim. Onbeş gün sonra kontrola gelmesini söyleyerek, yolcu ettim. Adamın kendine güvenli hali, gururlu duruşu, samimi konuşması hoşuma gitmişti. Pencereden onların traktöre binişini seyrettim. Traktör’ü çalıştırdı, bana bir selam verdi, daha sonra çevresine şöyle bir göz attı. O gururlu hali ile dimdik bir şekilde, ilçenin tam ortasından geçen cadde boyunca traktörünü sürerek köyüne doğru yola koyuldu. Hastalar gidince Saime Hanımı odama çağırdım. Hasta ve kocasını tanıdığını belli etmişti. Yıllar önce vefat eden kocasıda aynı köydendi. Adamın durumunu sordum, duruşu ve davranışları çok hoşuma gitmişti. “Şekip Hocam” diye söze başladı, “Eşimin köyünün insanları çok çalışkandırlar. Yalnız çoğunun toprağı yoktur. İlçede ve ilçe dışında oturan kimselerin topraklarını ortak olarak alıp, ekip biçerler. Toprak sahipleri de çok çalışkan oldukları için, bizim köyün insanlarını tercih ederler. Yalnız bir huyları vardır, yemesini içmesini çok severler. Bu nedenle pek para tutamazlar”. Gülerek gelen kişileri sordum. “Gelen kişi, köyün en çalışkanlarından birisidir. Ailece çalışırlar. Çok gururlu bir insandır. Küçük bir toprağı var, onu eker, ayrıca ortakçılık yaparlar. İki yıl önce bir traktör aldı. Traktörüne çok düşkündür. Her yere onunla gider. Dürüst bir insandır” dedi. O zamanlar çalıştığım ilçenin en önemli gelir kaynağı pirinç ekimi idi. Çok zahmetli ve yıpratıcı bir tarımdı. Bu nedenle çoğu toprak sahibi kendisi ekmek yerine, ortağa vermeyi tercih ediyorlardı. Onbeş gün sonra yine o tanıdık gürültüyü duydum. Traktörlü adam, eşini kontrola getirmişti, İçeri aldım, muayene ettim, tamamen düzelmişti. Dışarıda başka hasta yoktu. Biraz sohbet etmek istedim. Adamı koltuğa buyur ettim. Saime Hanımı çağırarak, eşi ile ilgilenmesini söyledim. Sohbeti pirinç ekimine getirdim. Büyük bir zevk ile anlatmaya başladı. Ne zaman ekim yapıldığını, ürünü etkileyen faktörleri, ortakçılıkta bölüşümün nasıl yapıldığını, her şeyi anlattı bana. Daha sonra traktörünü sordum. Gözleri parladı. Traktörünün özelliklerini, köyün en büyüğü olduğunu söyledi. Sanki bir çocuğunu anlatıyordu. Kendisinden başka kimseye kullandırmadığını, bakımını kendisinin yaptığını belirtti. Aramızda güzel bir iletişim gelişmişti. Bu arada parmaklarındaki sıgara dumanının izlerini ve kaç paket içtiğini sordum. İki paket olduğunu söyledi. Azaltmasını veya kesmesini söyledim. Çok sevdiğini ve bırakamayacağını belirterek, konuyu değiştirdi. Konuşmamız bittikten sonra eşi ile birlikte kapıya kadar yolcu ettik. Kapıda gururlu hali ve nasır dolu eli ile elimi sıktı, teşekkür etti. Yavaşça traktörüne bindi, eşini yanına otutturdu. Şöyle hafifçe dikildi, çevreye gururlu bir bakış attı. O bir kraldı traktöründe otururken, kimse onu yıkamazdı. Daha sonra vitese takarak, gürültülü bir şekilde caddenin tam ortasından, esnafın ilgisini çekerek sürmeye başladı. Gözden kaybolana kadar onu ve traktörünü izledim. Üç ay sonra yine o gürültülü sesi penceremin önünde duydum. Hemen traktörlü adamın geldiğini anladım. Bu sefer kendisi gelmişti. İçeri aldım, yine o gururlu ve kendine güvenli hali ile, “Şekip Bey, bu sefer kendim için geldim. Bir haftadır sırtımda ağrı var, dün gece balgamımda kan gördüm, bu nedenle size bir görünmek istedim” dedi. Bunu duyunca canım sıkıldı, ancak belli etmedim. Muayenesini yaptım, akciğer filmi gerektiğini söyleyerek, hastaneye gönderdim. Filmi çektirip getirdi. Negatoskop’a koyarak filmi inceledim. Canım iyice sıkılmıştı. Akciğer filminde büyük bir kitle mevcuttu. Pancoast tümörü dediğimiz, akciğerin en tehlikeli tümörüne benziyordu. Kendisine dönerek, sıkıntımı belli etmeden, akciğerinde iltihap olduğunu, bizim imkanlarımız ile tedavi edemeyeceğimi söyledim, Ankara’ya gitmesi gerektiğini belirttim. “Tabi Şekip Bey” dedi hiçbir şeyden kuşkulanmadan, “Sen ne istersen onu yaparım. Birkaç gün içinde işlerimi yoluna koyayım, hemen giderim”. Gideceği hastaneyi söyledim. Düşüncelerimi belirttiğim mektubu eline vererek, gönderdim. Onbeş gün sonra neticeleri getirdi. Bu sefer yanında oğlu vardı. Korktuğum gerçekleşmişti. Akciğer tümörü tanısı konulmuş, kemoterapi dediğimiz ilaç tedavisi önerilmişti. Kendisi iltihap olduğunu düşünüyordu. Gururlu bir şekilde hastalığı yeneceğini söyledi. Çok üzülmüştüm ama belli etmeden teşvik edici sözler söyledim. Yine kendinden emin ve gururlu bir şekilde traktörüne bindi, sürmeye başladı. Arkasından bir süre seyrettim. Hastaya kemoterapi uygulanmaya başladı. Ancak her geçen gün daha kötüye gitmeye başlamıştı. O dağ gibi adam giderek erimekteydi. Ara sıra ateşi yükseliyor, ağrıları artıyor ve bana muayeneye geliyordu. Birtakım destekleyici tedavi veriyordum. Her geldiğinde de traktörünü kendisi kullanıyor, o gururlu ve vakur halini hiç bırakmıyordu. Aradan altı ay geçti hastalık çok ilerlemişti. Birgün oğlu beni aradı, babasının ateşinin çok yükseldiğini muayene için gelmek istediğini söyledi. Artık yapılacak bir şey kalmamıştı, hastalık çok ilerlemişti. Oğluna bunları anlattım, ancak hastanın ısrarla gelmek istediğini söyledi. Bir süre sonra penceremden o bildik ve artık aşina olduğumuz sesi duydum. Saime Hanım ile birlikte dışarı çıktık. Hastamız gelmişti. Traktör’ü yine kendisi kullanmıştı. Bu sefer çok hasta ve halsiz görünüyordu. İyice zayıflamıştı. Çocuğunun ve eşinin yardımı ile güçlükle traktörden indi. İçeri aldım, ateşi yüksekti. Tansiyonu düşük, nabzının hızlı olduğunu belirledim. Artık son günlerini yaşıyordu. Hastaneye yatırmayı teklif ettim, kabul etmedi. Köyde evinde serum taktırabileceğini söyledi. Reçetesini yazdım, teselli edecek bazı sözler söyledim. Bana dönerek gözümün içine baktı. O canlı hali kaybolmuştu. Gözler çukura kaçmış bir şekilde hafif istihzalı gülümseyerek teşekkür etti. İskelete dönmüş parmakları ile elimi cansız bir şekilde sıktı. Traktörüne kadar yolcu ettim. Çıkmasına oğlu yardım etti. Traktörü oğlu kullanmak istedi. Hemen reddetti, eliyle oğlunu iterek seleye oturdu. Yana döndü, arka tekerin üstündeki muhafazayı okşadı. Bana döndü, cansız bir şekilde selam verdi. Baktım, karşı sıradaki esnaf dışarı çıkmışlar, onu izliyorlardı. Onların izlediğini görünce, sele üzerinde biraz daha dikleşti, yine aynı gururlu tavırla çevreye bir göz attı, vitesi takarak traktör’ü sürmeye başladı. Arkadan izlemeye devam ettim. Her geçtiği dükkanın içindeki esnaf dışarı çıkarak geçişini seyrediyorlardı. Traktörü kullanırken başı ara sıra önüne düşüyor, traktör yalpalıyor, tekrar kendine geliyor ve sürmeye devam ediyordu. Kaybolana kadar izledim traktörü ve üstündeki adamı. Son görüşüm olduğunu biliyordum. Ertesi gün, Saime Hanım, hastanın o gece yarısına doğru vefat ettiğini söyledi.
|
3041 kez okundu
YorumlarHenüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |