• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası

Kurtar Beni Doktor!..

Dr.Şekip Altunkan, anılar, öyküler...

Üyelik Girişi
Site Haritası
Takvim

Anana söyle

1983 yılında iç hastalıkları ihtisasını aldıktan sonra askere başvurdum. Tayinim, Balıkesir Askeri Hastanesine çıktı. Göreve başladıktan bir süre sonra muayenehane açtım. Genç bir doktordum, kendime güveniyordum, ama hiç muayenehane tecrübem olmamıştı. Bunun tedirginliğini yaşıyordum, acaba başarılı olacakmıyım diye. Muayenehane açtıktan sonra kendimi tanıtmak için, bazı esnaf dostları ve eczacı arkadaşları ziyaret ediyor, muayenehane açtığımı bildirerek çevremi genişletmeye çalışıyordum.

Eğer bir şehre yeni bir doktor geldiyse, bu doktoru önceleri o şehirdeki kronik ve ağır hastalar ziyaret ederler. Hekim bu hastaların tedavisinde başarı olur ve iyi diyalog geliştirirse tanınması daha hızlı ve kolay olur.

Muayenehanemi yeni açtığım günlerin birisinde kitap okuyup hasta gelmesini beklerken, sekreter kapıyı açarak, sessiz bir şekilde bir hastanın geldiğini söyledi. Hastayı eczacı dostlarımdan birisi göndermişti. Sekreterim hastanın Balıkesire komşu olan Simav ilçesinin uzak dağ köylerinden birisinden geldiğini söyledi.

Heyecan ile kendime çeki düzen verdim, masamı topladım. Tedirgin bir ruh hali ile kapıyı açarak hastayı karşıladım.

İçeri giren hasta yaşlı görünümde bir bayan hasta idi. O köylerin yerel kıyafeti içerisindeydi. Bezgin ve asık bir yüzü mevcuttu.

Nazik bir ifade ve ilk kez muayenehane açmanın yarattığı tedirginlik ile hastaya yavaş bir sesle,

“Buyur teyze hoş geldiniz, lütfen oturunuz” dedim.

Ancak hasta yüzüme dik dik baktı ve beni azarlayarak, o tatlı yerel şivesi ile,

“Ne teyzesi be, sen o lafı anana söyle, ben 38 yaşındayım” dedi.

Hayretten donakalmıştım. Hasta en az 60 yaşında gösteriyordu. Yüzü kırış kırış, göz çevresi ödemli, saçlar seyrelmiş, kaba ve kuru görünümdeydi. Gözler donuk bakıyordu. Bu laf üzerine ne yapacağımı şaşırdım, elim ayağım birbirine dolaştı, özür diledim ve yavaş bir sesle şikayetlerinin ne olduğunu sordum.

Hasta bıkkın bir şekilde yüzüme bakarak, kısaca şikayetlerini anlattı.

Hastalığının 2 yıl önce başladığını, nefes darlığının olduğunu, kilo aldığını, halsizlik ve yürümede zorlanma geliştiğini söyledi. Zaman zaman tansiyonun yükseldiğini belirtti. Birçok doktora gittiğini, kalp yetmezliği dediklerini, sinirlerinin bozulmuş  olduğunu söylediklerini iletti. Üstelik bu hastalık çıktığından beri, kocasının onunla ilgilenmediğini ve aile hayatının da bozulduğunu söyledi.

Hastanın elinde bir torba dolusu ilaç vardı. Bu ilaçlar, kalp yetmezliğinden, sinir ilaçlarına kadar geniş bir yelpazedeki ilaçlardan oluşmaktaydı. İçimden ‘Yandık’ dedim, nasıl bir hastaya çattık diye düşünerek hastayı muayeneye aldım.

Muayenede kan basıncını 140/105 mmHg ölçtüm. Bacaklarında şişme, karaciğerinde hafif büyüme saptadım. Cildi kaba, üzeri pütür pütür ve kuru idi. Saçlarını elledim, kolay kırılan özellikteydi, yaşına göre çok seyrelmişti.

Muayeneyi bitirdikten sonra masama oturdum, daha önce yapılan tetkikleri incelemeye başladım. Çekilen Akciğer filminde kalp gölgesi büyümüştü. Hasta her şeyiyle kalp yetmezliği bulguları göstermekteydi. Bu kadar genç yaştaki hastada neden kalp yetmezliği gelişmişti?

Bu arada hastaya bakarken, bulgularının ne kadar çok az çalışan goitre’a yani hipotiroidiye benzediğini düşündüm. Tıpkı kitaplarda yazılana benziyordu. Ancak ihtisasım süresince bu kadar tipik vaka görmemiştim. Hacettepe'ye böyle tipik vaka gelmiyor, çoğu polikliniklerde tedavi ediliyordu. Ama ya yanılıyorsam diye düşünmekten kendimi alamıyordum. Teşhisi koyabilmem için, T3, T4, TSH isimli hormon testlerini yaptırmam gerekliydi. O yıllarda bu testler Balıkesirde yapılamıyordu. Hastaların kanları büyük şehirlerdeki laboratuarlara gönderiliyor, sonucu 10-15 gün sonra geliyordu.

Hastaya yavaşça baktım, tedirgin bir ses tonu ile kendisine kan testi yapılması gerektiğini söyledim. Yalnız bu testin burada yapılamadığını, kanı büyük şehirlere göndermek gerektiğini, sonucunun ise 15 gün sonra alınacağını belirttim.

Hasta yüzüme ters ters baktı, “Ne kan tetkikinden bahsediyorsun, bir de iyi doktor olduğunu söyleyerek sana gönderdiler. Senin de diğer doktorlardan bir farkın yok, ilaç yazacaksan yaz, ben köyüme gideceğim, tahlil, mahlil yaptırmam” dedi.

Şimdi ayıkla pirincin taşını. Aklımdan hipotiroidi hiç gitmiyor, ama tahlil yapmadan, nasıl ilaç vereceğim. Böyle bir şey yaparsam, Hacettepedeki hocalarım duysa, beni çiğ çiğ yerler. Bir yandan da kadıncağıza yardımcı olmak istiyorum.

Düşündüm, Şekip kendine güven, tedaviden teşhise git dedim. Vereceğim ilacın öyle tehlikeli bir yan etkisi yoktu. Ama teşhisim doğru ise, çok iyi netice alacaktım. İçimden tamam dedim, ilacı yazayım. Ancak o zamanlar bu hastalık için kullanılan ilaç çok ucuzdu. Bir kutusu şimdilerin 1 TL’si kadardı. Şimdi bu ilacı yazarsam, eczaneye gidip soracak, bula bula bu ucuz ilacımı buldu deyip, bir kenara atacaktı. Bu nedenle yanına pahalı bir vitamin ekledim. Hastaya tarif ettim,

“Bak hanımefendi, sana iki ilaç yazdım, birini her hafta çeyrek tablet artırarak, bir ay içerisinde bir tablete çıkacaksın, diğer ilacı da günde iki kez alacaksın. Ama bu iki ilacı da birlikte alman gerekli, yoksa tesirleri olmaz. Eski kullandığın tansiyon ilacına da devam edeceksin. 3 ay sonra bana kontrola geleceksin.” dedim.

Hasta yüzüme yine aynı bıkkın ifade ile bakti. Gözlerinde senin de bir işe yarayacağın yok anlamı vardı.

“Tamam, bir de senin ilaçlarını deneyelim” dedi ve çıkıp gitti.

Aradan üç ay geçti, bu arada hasta sayım artmaya başlamıştı. Hastanede de işler yoğundu. Hastayı unuttum gitti.

Bir gün muayenede bir hasta ile konuşurken, sekreter içeri girdi. “Hocam” dedi, “Kalabalık bir köylü grubu var, seninle görüşmek istiyorlar.” Hasta çıkınca almasını söyledim.

Hasta çıktıktan sonra odaya bir kadın girdi, hemen elime sarılarak öpmeye çalıştı. Elimi çekerek “Dur be hanımefendi ne oluyoruz, neden elimi öpmeye çalışıyorsun?” dedim.

Bana bakarak, “Beni tanımadın mı?” diye söyledi. Aslında gözüm bir yerden ısırıyordu, ama tam çıkaramamıştım.

“Üç ay önce sana gelmiştim, kan tahlili istemiştin, yaptırmamıştım, işte o hastayım ben. Bak senin verdiğin o küçücük hap ile nasıl değiştim.”dedi.

Hemen hipotiroidi düşündüğüm hastayı hatırladım. Hastada dramatik bir iyileşme gerçekleşmişti. Ödemi çözülmüş, zayıflamış, cildi incelmiş ve pembeleşmiş, saçları gürleşmiş, kısaca eski haline ve yaşına uygun görüntüsüne bürünmüştü. Kan basıncı da normale gelmişti. Mutlu bir şekilde hastaya gülümsedim. Teşhisim doğru çıkmıştı.

“Üstelik artık kocamla da aram düzeldi, aile hayatımı da kurtardın” diyerek ekledi. “Köyümüzden, benim tedavi olup iyileştiğimi gören üç hasta daha geldi. Dışarıda sana muayene olmak için bekliyorlar.”

Daha sonraki serbest hekimliğim süresince bunun gibi çok olaya şahit oldum. Ancak bu ilk olayı hiç unutamam.

 

Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi1
Bugün Toplam10
Toplam Ziyaret39718
Hava Durumu
Saat